MUĞLA > MARMARİS > SEDİR ADASI > KEDREAI ANTİK KENTİ > KLEOPATRA PLAJI

Sedir Adası, o eşsiz Kleopatra Plajı’nın yanısıra Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescillenmiş bir ören yeri. Yani bir açık hava müzesi. Cedrae, Cedreae, Kedreai gibi isimlerle tanınan ve tarihi kesintisiz olarak 2600 yıl kadar geriye giden bir antik şehir. Üzerine oturup ya da sırtınızı verip denize karşı hülyalara daldığınız o taşın iki bin yılı aşan bir geçmişi olabilir yani...
Antik Tarih

Buna rağmen arkeolojik anlamda kazılmış bir site değil, ne yazık ki. Elimizdeki bilgiler yüzey araştırmalarına dayanıyor. Fark edilişi dahi yeni ve neredeyse tesadüfi. Adayı ilk keşfedenlerden biri olduğu anlaşılan G. Cousin, ‘1985 yılı Mayıs ayında, Keramos Körfezi'nin kıyılarını araştırırken, körfezin dibine doğru Djowa (Cova-Gökova?) Koyu adını taşıyan dar bölümün girişinde yer almış, oturulmayan küçük bir adaya yanaşmak fırsatını bulduk,’ diye anlatıyor bu keşfini.
İkinci yazıt, beyaz mermer üzerine büyük boyda harflerle, özenle işlenmiş taştır. Üçüncü yazıt, pek çok parçaya bölünmüş gri mermer levhadır. Bunun üç parçası bulunmuştur. Bu son yazıt, bize, kalıntılarını bulduğumuz şehirde oturan halkın adını - Kedreai'ler - tanıtırken, aynı zamanda, bize pek çok metinde adı geçen fakat şimdiye kadar hiçbir harita üzerinde işaretlenmemiş olan "Kedreai" şehrinin tam yerini kesin bir şekilde tespit etme olanağını sağladı. (G. Cousin, Ch. Diehl, "Villes inconnues du golfe Ceramique" Bulletin de correspance helleique, vol X, 1886, pp 428 – 430.
“
”
Tarihindeki dönüm noktası M.Ö 405; Ege Denizi'nin egemeni olmak isteyen iki büyük Yunan kent devleti Atina ve Sparta arasında çıkan ve 33 yıl süren Peloponez Savaşları, yaklaşık o tarihte, Kedreai’nin de destek verdiği Atina’nın yenilgisiyle sonuçlanıyor. Sparta’nın intikamı ise korkunç oluyor: Spartalı Amiral Lisandros adayı ele geçirip bütün sakinlerini köleleştiriyor. Yüzyıllardır bu bölgede ikamet etmelerine rağmen bir türlü egemen ülke hâline gelemeyene Karya halkının yazgısı gibi bu sanki; Romalı mimar Marcus Vitruvius Pollio, M.Ö. 23-27 arasında yazdığı de Architectura isimli kitabında mimarların mutlaka tarih bilmesi gerektiği iddiasını şöyle temellendiriyor:

Tarihten haberdar olmayan bir mimar, karşısına çıkabilecek birçok bezemenin izahatını yapma olanağından yoksun kalır. Mesela, Karya Stili olarak bilinen ve bir mutulus-kornişle taçlandırılmış örtülü kadın figürlerinin kökeni hakkında bilgi gerekliyse, bu ancak tarihte bulunabilir. Bir Peloponez kenti olan Karya, Yunanlılar'a karşı Persler'in yanında savaşmıştı. Yunan siteleri benzersiz bir zafer kazanıp Pers boyunduruğundan kurtulur kurtulmaz, bu ihanetin bedelini ödetmek üzere topyekun bir savaş açtı Karya’ya. Bunun sonucunda Karya fethedildi, yakıldı, yıkıldı; erkekler yok edildi, kadınları köle alındı. Yunanlılar, hem bu zaferi ölümsüz kılmak için, hem de herkese ibret olsun diye, uluslarının işlediği suçun kefaretini ödemek üzere taşımak zorunda kaldıkları yükün acısı yüzlerinden açıkça okunan bu örtülü kadınları resmettiler. İşte bu yüzden antikitenin mimarları en görkemli yapılarında bu heykelleri kullanarak Karyalılar'ın bu suçlarının hatırasını sonraki kuşaklara aktardı.
Marcus Vitruvius Pollio: de Architectura, Book I, Preface, 4

”
“
Bu tarihten sonra Ege Denizi bir Helen denizine dönüşüp, Karya’nın Helenleşmesi hızlanırken, halkı da kendi yurdunda bir azınlık, Homeros’un Ilyada’da ‘şu tuhaf dilli insanlar’ diye bahsettiği bir azınlık haline gelir. Alıntıda ‘tuhaf’ olarak çevrilen sözcüğün orijinal metinde ‘barbarous’ olarak geçtiğini ve bu sözcüğün de bugünkü aşağılayıcı anlamına dönüşmeden çok önceleri, eski Yunan'da ‘dili anlaşılamayan, kaba-saba konuşan, kekeme’ anlamına geldiğini belirtmek gerekiyor. Gerçekten de anadillerini büyük ölçüde terk edip, bir tür kültürel hegemonya sonucu konuşmaya başladıkları Helen dilini, biraz kırık bir aksanla konuşurdu Karya halkı.
Lisandros’un fethinden sonra Kedreai Adası da bir Yunan kenti olur. Adanın onca yıl en sağlam kalmış yapılarından biri olan antik tiyatro, literatürde ‘Pure Greek’ (Saf Yunan) diye geçiyor ve M.Ö. 400. yıllara tarihleniyor. Tiyatroda Yunan stili, yarım daire sahnesi ve sırtını bir yamaca dayamış tribünleriyle ayırt ediliyor. Roma döneminde mimari geliştiğinden, tribünler için destek bir yamaç aramaya gerek kalmıyor.
George Cousin buradan üç yazıt çıkardıklarını anlatıyor yukarıdaki makalesinde: ‘Birinci yazıt, yukarıda sözünü ettiğimiz destek duvarının üstünde.
Tiyatro, böyle minicik bir ada için 2500 kişilik seyirci kapasitesiyle kendi başına ilginç. Knidos, Kaunos gibi büyük kentler dışında, Rhodian Peraia (Rodos’un Karşıyakası: Rodos’un Karya anakarasındaki kolonileri) olarak adlandırılan Marmaris-Bozburun yöresinde, antik tiyatrolara nadiren rastlanılır. Ayrıca kalıntıları adanın doğusunda halen görülebilen ve bütün adayı çevrelediği tahmin edilen kalın Helenistik surlar, su sarnıcı (düşünün ki bugün adaya su, Çamlı Köyü'nden taşınıyor), iki kilise, Agora, Antonius tarafından Kleopatra’yla balayı için seçilmiş olması... bütün bunlar Kedreai’nin antik dönemlerde varlıklı, önemli bir şehir olduğunu düşündürüyor. Mısır (Afrika) ile Antik Yunan arasındaki deniz ticaret yolları üzerinde bulunması bir faktör tabii ki ama yerleşimin doğu tarafında bulunan büyük bir limana ait kalıntılar o dönemdeki ticari faaliyetlerin yoğunluğu hakkında fikir vermekle birlikte, antikitenin bu küçücük adada bıraktığı onca izi kısmen açıklayabiliyor.
Makedonya Kralı Büyük İskender Mısır’ı M.Ö 313’de fethettiğine göre, bir süre sonra Ege denizi ve dolayısıyla Kedrai’de de, belki de bir bin yıl, Bizans’a kadar sürecek olan Roma dönemi başlamış oluyor. Adanın Antonius ve Kleopatra’nın efsanevi aşkına sahne olması M.Ö. 40-41 yıllarında gerçekleşmiş olmalı.
Üzerinde bir Bizans kilisesi olmasına karşın Bizans Piskoposluk listesinde
adı geçmiyor Kedrai’nin...